24 Haziran 2009 Çarşamba

Kır ve Kent Hareketleri İçin Ekonomik Bir Model Tartışması


İçinden geçtiğimiz çağda sermayenin acımasız saldırganlığına karşı dünyanın pek çok yerinde çoban ateşleri yanıyor. Ancak sermaye sistemi herhangi bir tavize, uzlaşmaya yanaşmak istemiyor. Peru’da yağmur ormanlarında maden işletmesine olanak sağlayan yasa Peru Meclisi gündemine gelebiliyor. Sokaklarda yüzlerce insan yaralanıyor, öldürülüyor. Ama Peru Hükümeti yasayı gündeminden düşürmek istemiyor. Meksika’da 2005 yılında genetiği değiştirilmiş organizmaların üretiminin önünü açan yasa çıkarılıyor. Aynı yönde bir girişim Amerika’nın Irak’ı işgali ardından 81 numaralı kararname ile Irak’ta yürürlüğe sokuluyor. Irak çiftçisinin tohumluk ayırma hakkı yasaklanıyor. Şimdi bu yasa Türkiye’de de yürürlüğe girmek için gün sayıyor.

Kırlardan her gün binlerce insan kovulmaya devam ediyor. Kentlerin toplumsal ve ekonomik yeniden yapılanması süreci ile birlikte kırlardan kentlere gelen büyük kitleler kent merkezlerinden de kovuluyor. Kentlerde iş olanakları azalır, gelir seviyesi düşerken, sermayenin kar elde edebilmesi için gecekondu mahalleleri yıkılıyor. Yaşayanlar ağır borçların altına girmek zorunda bırakılıyor. Sağlık, eğitim, kültür gibi ihtiyaçların karşılanması için kullanılması gereken kentsel alanlar rant için, yani satmak ve kar elde etmek için alışveriş merkezleri ya da lüks konutlara dönüştürülüyor. Kentlerde kentsel dönüşüm, yenileme gibi isimlerle yapılan uygulamalar, sadece şehir merkezleriyle sınırlı kalmıyor; kırsal alanlara da uzanıyor. Kriz derinleştikçe, önce köyünden kovulanlar, daha sonrasında kent merkezinden de dışlanarak kentten tamamen ayrılmak ve köylerine dönmek zorunda kalıyorlar. Bıraktıklarından daha yoksul ve zor koşullara...

Bu süreç, kır ve kentte sınıfsal çelişkileri ve ekolojik krizi derinleştiriyor. Büyümeye ve tüketime endeksli kapitalist kentlerdeki yaşam biçimi iklim değişikliğini tetikliyor. Toplumu denetim altında tutmak için askeri harcamalar giderek artıyor. Bu harcamalar daha fazla su, toprak, havanın yok oluşuna neden oluyor. Yoksulluk, açlık ve su sorunları, geri döndürülmesi güç sosyo ekonomik sorunlar yaratıyor. Toplumun kendi kendini yönetmesinin olanaklarını ortadan kaldırıyor.

Toplumların giderek içine kapanmasına, sistemden kaynaklanan çelişkilerin, yerelin dışını göremeyen bir perspektifle perdelenerek etnisite vurgularının giderek ön plana çıkmasına neden oluyor. Bu gelişmelerle beraber sermayenin yarattığı ekolojik kriz, daha açık bir ifadeyle emek ve doğa sömürüsü karşısında ortaya çıkan toplumsal mücadeleler bir dolu siyasal, ekonomik sorunla uğraşmak zorunda kalıyor. Sermayenin bu yıkıcılığını aşacak siyasal bir devrim perspektifi ise hoş bir hayal olarak köşeye itiliyor. Oysaki önümüzde fazla bir alternatif yok, sermayenin barbarlığı karşısında doğa ve emeği özgürleştirecek bir toplumsal yaşama ihtiyacımız var. Ancak bu yolun inşası aşamasına yönelik politik birlikteliklerin nasıl olgunlaştırılması gerektiği sorunu da önümüzde durmaktadır.

Toplumsal Yıkıcılığa Karşı Dayanışma

Sermayenin yarattığı toplumsal yıkıcılık, insanların birbirlerine güven duygularını yıpratmakta, ortak hareket etme reflekslerini, birlikte iş yapma becerilerini tarumar etmektedir. Bu yıkıcılığın en önemli etkilerini de kentsel dönüşüm alanlarında yürüttüğümüz çalışmalarda gözlemlemek mümkün.
Bu alanlarda mücadelenin muhatapları tarafından sorunun, yönetimlerle pazarlık sorununa ya da hukuksal sorunlara indirgenmesi mücadelenin belli noktalarda sonuçsuz kalmasına ve kentsel dönüşüme karşı mücadele kazanılsa da kaybedilse de örgütlülüklerin ileri düzeye taşınamamasına neden olmaktadır. Sonuç olarak ekonomik kriz koşullarında yoksulluğun da artmasıyla birlikte dayanışma bağları giderek çözülmekte, bireysel kurtuluş umutları yeniden ve daha ağır bir etkiyle mahallelere geri dönmektedir.

Bu çözülme sadece kentsel mücadele alanlarında değil kırda da benzer gelişmelere yol açmaktadır. Baraj, madencilik gibi kamulaştırma gerektiren büyük yatırımlar ile turizm bölgesi haline getirilen ormanlık alanlarda, termik, hidroelektrik, nükleer santral yapımı karşısında mücadele etmeye çalışan yapıları en fazla uğraştıran konu, bu yatırımların bölge halkına iş olanağı getireceği, ekonomik açıdan bölge halkının kalkınacağına yönelik şirketlerin ve hükümetlerin propagandasıdır. Bu propagandaların aynı zamanda hükümetin şiddet tekelini kullanması ile de birleşmesi sonucunda, kent ve kırı savunmaya yönelik politik duruşlar ideolojik bir motivasyon ötesinde hareket sahası bulmakta güçlük çekmektedirler. Bu nedenle mücadele sadece bu şirketlere ve hükümete karşı yürütülmemektedir. Aynı zamanda mücadele cephesinin arkasında duran kişi ve örgütlerin kolektif hareket etme kabiliyetlerini ivedilikle arttırmaya yönelik bir çabayı da zorunlu kılmaktadır.

Bu doğrultuda kır ve kent hareketlerinin tek bir soruna odaklı mücadele edemeyecekleri açıkça ortadadır. Gerek kentsel gerek kırsal alanlarda yaşanan sorunların ortaklaştırılması, doğrudan ilişki ağları kurmakla mümkün olabilir. Bugüne kadar yürütülen çalışmalar daha çok, belli bir sorun alanı çevresinde faaliyet gösteren örgütsel yapıların birbiriyle dayanışmasına odaklanmıştır. Bu dayanışma ağlarının, gerek sorun alanlarının birbirleriyle üst ölçek siyaset çerçevesinde ilintilendirilmesi, gerekse mekansal anlamda bağlarının kurulması gerekmektedir.

Aynı zamanda tüm mücadele alanlarında ortaya çıkan tek tek örgütsel yapıların güçlenmesine katkıda bulunmak, bireysel ölçekte yaşanan sorunların aslında mevcut toplumsal yaşamdan kaynaklanan sorunlar olduğunun, birlikte mücadele edilmesi halinde yeni toplumsal ilkelerle üstesinden gelinebileceğinin yeniden hatırlatılması, ama daha çok bir model çerçevesinde bunun kanıtlanması ile mümkün görünmektedir.

Bu doğrultuda kır ve kent hareketleri politik mücadelelerini sermaye karşıtı bir tutumla dernek, platform, birlik gibi örgütlenmelerle yaratmaya devam ederken, bu hareketleri ekonomik olarak da güçlendirecek yapılanmalara, bu hareketlerin sosyal dayanışmalarını güçlendirecek, kendi kendilerini yönetmelerine yönelik bütçelerinin oluşmasını sağlayacak ekonomik birlikteliklere de ihtiyaç vardır. Bu ekonomik birliktelikler, kar elde etmeye yönelik değil, kendi üretimlerinin bir kısmını sosyal, kültürel, ekonomik gelişmelerine ayıracak bir biçimde kurgulanabilirse kır ve kentlerdeki mücadelelerin birlikte dayanışma ağları ve ortak hareket zeminlerine kavuşmasına yol açabilir.

Bugün içinden geçtiğimiz kriz koşullarında insanları en temel yaşam gereçlerine, gıdaya, suya, barınmaya, sağlığa doğrudan ulaştırabilecek birliktelikler geliştirmek için yirmi birinci yüzyılda kooperatifçiliği bir kez daha düşünmek gerekmektedir. Ama bu noktada bir kez daha vurgulamak gerekir ki ekonomik birliktelikler, ancak güçlü siyasal, toplumsal dayanışma ağlarına katkı sunabildiği, bu hareketleri mücadele içinde birbirine yaklaştırıp kırın ve kentin sorunlarını ortaklaştırabildiği ölçüde başarı şansına sahip olacaktır.

Ekonomik-Sosyal Bir Dayanışma İçin Kooperatifler

12 Eylül sonrasında sendikaların ekonomik bir çıkar birlikteliğine dönüştüğü, sosyal ve siyasal aidiyetlerin zayıfladığı, memleketçiliğin ve cemaat ilişkilerinin temel sosyalleşme modelleri olarak ön plana çıktığı bir siyasal düzeyde bulunuyoruz. Bu koşullarda kent yoksulları giderek temel geçim araçlarından uzaklaşırken, kır emekçileri de tarımın yeniden kapitalistleştirilmesi sürecinde, pazarın acımasız rekabet koşullarında ürünlerini değerlendirememekte, geçim sıkıntısı çekmekte, kendi ekonomilerini döndürmek için büyük sermayenin rekabet, büyüme, sanayileşme politikalarına kurban gitmektedir. Bütün bu süreç kır ve kentte yoğun bir emek ve doğa sömürüsüyle perçinlendiğinde, yaşama ve dayanışma olanakları giderek daralmaktadır.

Tam bu noktadan hareketle, kentlerde ve kırda bu yıkıcılık karşısında dirençli durmaya çalışan toplumsal hareketlerin birbirlerinin sorunlarından haberdar olması, kırsaldaki üreticinin ürününü aracısız alıcısına ulaştırmasının sağlanması, geleneksel tarımda ısrar ederek geçimini sağlayan bu yapıların, şirketlerin emeği artıklaştırma, doğayı atık haline getirme süreçlerine direnebilmesi için, ekonomik açıdan şirketler karşısında güçlü bir konum elde etmeleri gerekmektedir. Bu en nihayetinde siyasal iktidarın aldığı pozisyon ve verili kapitalist üretim tarzından bağımsız düşünülerek geliştirilecek bir süreç değildir. Kır ve kent emekçilerinin tasfiyesi eninde sonunda bir siyasal iktidar ve kapitalist modelin sonucudur. Ancak bu siyasal yönelimin önünde bir mücadele hattı çekmek açısından da kooperatifler yoluyla kır ve kent emekçisinin birlikteliğini sağlamanın yollarını aramamız gerekmektedir.

Bir dayanışma modeli olarak kooperatifler, kırdaki ve kentteki mücadele eden hareket alanlarında yoğunlaşmalıdır. Kentsel dönüşüm alanlarında yaşanan sorunlarla, madencilik, enerji, su, gıda ekseninde kırda yaşanan sömürüyü bu hareketlerin bir arada düşünmesinin önünün açılması gerekmektedir. Bu doğrultuda özellikle kırsalda yıkım politikalarına maruz kalan kır emekçilerinin tarımsal ürünlerini, kentli yoksullara ulaştıracak iki kanatlı kooperatiflere ihtiyaç vardır. Bu kooperatifler hem kırda hem de kentte etkinleştirilmelidir. Diğer yandan kentlerde kurulacak kooperatifler de hem kent yoksullarının gıda ihtiyacının, güvenli, sağlıklı, ucuz teminine yönelik olmalı hem de kooperatif ortaklarının bu ürünlerin satışından elde ettikleri geliri kendi yaşam alanlarında verecekleri mücadelede harcamalarına yönelik bütçe elde etmelerine yol açabilir. Bu kooperatiflerin elde edecekleri gelirlerin bir takım üretim araçları teminine yönelmesi halinde de yaşam alanlarında ortak kullanıma yönelik faaliyetler için temel ekonomik ihtiyaçlar karşılanabilir. Kooperatiflerin istihdam yaratıcı bir boyutunun olacağı da ihmal edilmemelidir. Bu biçimde bir yandan, kır emekçilerinin ürünleri aracısız değerlendirilirken diğer yandan da kentlerde ekonomik-sosyal dayanışma için olanaklar yaratmak mümkün hale gelebilir.

Bu tarz dayanışma biçimlerinin siyasal mücadele yerine ikame edilmemesi açısından kır ve kent alanlarında mücadele eden sendika, dernek, meslek örgütü, siyasal yapıları hareketlendirecek bir biçimde işlevlendirilmesine ihtiyaç vardır. Bu model tek tek kooperatifler yerine kooperatifler ve siyasal yapıların bir arada bulunduğu bir yapıyı gerektirmektedir.

Bu kapsamda kooperatifleri yeniden deneyimlemek, kooperatifleşmeyi fetişleştirmeden, siyasal bir mücadele bütününün bileşeni olarak görmekle mümkün hale gelebilecektir. Bu doğrultuda kooperatif deneyimlerinin geliştirilmesinde kurulacakları alanların sosyal ve sınıfsal dinamiklerinin doğru okunması ve ilişkilerinin kalıcı bir tarzda inşa edilmesi gerekmektedir.

Kooperatiflerin İnşası İçin Toplumsal Mücadelenin Sürekliliği

Bu çerçevede kooperatifleşmenin, tüm yasal sınırlılıkları bir yana, belki de yaşanabilecek en önemli sorunu, kır ve kent mücadelesinin temel ekseni haline gelmesi tehlikesi olabilir. Bunun önüne geçilebilmesi için bir yandan kır ve kent mücadelelerinin birlikteliğini sosyal ve siyasal düzeyde geliştirmeye yönelik çalışmalara devam etmek diğer yandan da bu sürekliliği sağlayacak güçlü örgütsel ağlar için kafa yormak gerekmektedir. Kır ve kentteki sendika, birlik gibi oluşumları da kır ve kent mücadelesinin bileşeni haline getirmek için çabalamak gerekmektedir.

SONUÇ:

emek ve doğa sömürüsünün keskinleştirildiği bu koşullarda, doğayı ve emeği birlikte geliştirecek üretim tarzlarına ihtiyacımız vardır. Bu ihtiyaç aynı zamanda kendi geçim araçlarımızı üretme, geleceğimiz üzerinde söz sahibi olma, en temelde de kendi kendimizi yönetme olanaklarını yaratma gerekliliği ile birlikte düşünülmelidir.

Kentsel mücadelenin parçalı ve sınıfsal açıdan katmanlaşmış yapısı ile kırsalın yeniden kapitalistleştirilmesi sürecine karşı duracak bir kooperatifleşme, siyasal açıdan çoğulcu ve dayanışmayı esas alan birlikteliklerin de önünü açabilecektir.

KENTSİZ HAREKETİ

DİKMEN VADİSİ KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJESİ VE EMLAKÇI BELEDİYECİLİK

Dikmen Vadisinin, Kentsel Dönüşüm uygulamasından kurtuluşu ve Vadi Halkının Direnişinin kazanımı olarak basında yer alan, Dikmen Vadisi 4. ve 5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi'nin iptal edilmesi kararı, kentlerde ve yoğunlukla kent merkezlerinde yaygınlaşan seçkinleştirme süreçlerinin bir kabuk değiştirme mevsimi olarak yorumlanabilir.

Ankara Büyükşehir Belediye Meclisinin 15.05.2009 tarihinde gerçekleştirilen toplantısında, öncelikle proje alanında yapılmış olan kamulaştırma işlemlerinin iptal edilmesine, sonrasında Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Proje sınırının iptal edilerek plan öncesi duruma dönülmesine karar verilmiştir. Kararda, Kamulaştırma Kanununun 21. Maddesi gereğince kamulaştırmadan tek taraflı olarak vazgeçildiği, Kamulaştırma Kanunun 22. Maddesi gereğince Belediye ile anlaşan mal sahiplerinin almış oldukları kamulaştırma bedellerini 3 ay içinde geri ödemeleri koşuluyla taşınmazların ve yapılan taksit ödemelerinin iade edileceği belirtilmektedir.

Kentsel Dönüşüm kararının iptaline, Dikmen Vadisi halkının direnişi ve Belediyeyle anlaşma yapılmasına karşı noktadaki kararlı tutumu yol açmıştır. Ancak bu kararın koşulsuz bir kazanım olarak ele alınmayıp, Dikmen Vadisi Projesinin karlılığının devam edebilmesi için son etaplarının da uygulamaya geçmesi gerektiğinin göz önüne alınması gerekmektedir.. Yanlış ve beceriksiz bir yönetim modeli nedeniyle büyük borçlar altına girmiş olan belediye açısından bu projenin devamlılığının sağlanamaması önemli bir başarısızlık olarak görülmektedir. Bunun yanı sıra, açılmış olan davalarda alınan plan iptal kararları da bu kararın alınmasında etkili olmuştur. Ankara Büyükşehir Belediyesi aleyhine verilen yürütmeyi durdurma kararları ardından hemen dava konusu planları iptal ederek davaları konusuz bıraktırmak gibi bir taktik izlediği bilinmektedir. Dikmen Vadisi Kentsel Dönüşüm projesi sürecinde de benzer bir gelişme yaşanmıştır. Ancak bu kez belediye kentsel rantın yeniden üretimi sürecinde yap-satçı politikalar yerine doğrudan piyasaya toprak arzına yönelerek, kentsel rantı değerlendirmek istemektedir.

Bu noktadan hareketle de sermayenin, kriz koşullarında ve önümüzdeki döneme ilişkin, kentsel dönüşüm mücadele alanlarında, idareleri nasıl işlevlendireceğini doğru okumak gerekmektedir. Gelinen süreçte ilk bakışta, tehlikenin geçtiğini, Vadi Halkının evlerinde artık huzur içinde yaşayacakları çıkarımını yapmak aşırı bir iyimserlik olacaktır, bu kararın arkasından değerli kentsel arazilere yönelik açgözlü sermaye saldırısının olduğu, bu saldırının kesilmeyeceği, tam tersine yeni bir biçimde kendini göstereceği kolaylıkla görülebilir.

Dikmen Vadisi projesini bütüncül olarak değerlendirmek gerekmektedir, bir ucunda Eski Milletvekili Lojmanları arazisine yapılmış dev boyutlu bir alışveriş merkezi, bir ucunda gökdelenler ve vadi çevresine yerleşmiş lüks konutlar. Bir bütün olarak yeni bir hayat biçiminin manifestosu olarak okunabilecek Ankara manzaralı bu senaryonun orta yerinde tasfiye edilmesi gereken bir gecekondu alanı bulunmaktadır. Belediyenin, Kentsel Dönüşüm yasası kapsamında gerçekleştiremediği bu tasfiye işleminden vazgeçtiğini düşünmek büyük bir hataya düşmek anlamına gelecektir. Sermaye gözünü diktiği bu alandan geri çekilmeyecek, parçalı biçimde de olsa bu alanlara sızmaya çalışacaktır.

Bu noktada iki farklı senaryo öngörülebilir; Birincisi Vadinin TOKİ eliyle dönüştürülmesi, ikincisi ise mülkiyet dokusunun parsel bazında el değiştirerek uzun vadede gecekondu halkının alanı terketmesi. TOKİ'nin devreye sokulması halinde, 4 yıldır vadide ve bir çok kentsel dönüşüm mağduru mahallede yaşanmakta olan direniş süreci kaldığı yerden devam edecektir. Ancak bu koşullarda bu ihtimalin gerçekleşme olasılığı tartışmalıdır.

Ankara Büyükşehir Belediyesi Emlakçılığa Soyunuyor

İkinci ihtimal hiçbir tartışma yaratmadan yavaş yavaş gerçekleşecek bir dönüşüme işaret etmektedir. İlk elden, tanınan 3 aylık süre içinde kamulaştırma bedellerini ödeyemeyen hak sahipleri arazilerini Belediyeye bırakmak durumunda kalacaktır. Kamulaştırma bedellerini ödeyecek hak sahipleri ise üzerinde hiçbir taşınmaz kalmamış, gelişmeye açık boş parsellere sahip olacaktır. Plan öncesine dönüş kararını alan Belediye, plansız kalan Vadi için önümüzdeki süreçte yeni bir imar planı hazırlayacak ve yapılaşma koşullarını belirleyecektir. Hazırlanacak bu plan kuşkusuz Vadinin mevcut nüfusuna yönelik hazırlanmayacak, yukarıda bahsedilen projenin bir ayağı olarak ele alınacaktır. Proje, büyük ihtimalle 'kentin nefes alma noktaları' konusunda hassas, müstakil ve düşük yoğunluklu, şehrin çağdaş yüzü olacak bir yapı düzeni önerecektir. Boşaltılmış arsalar üzerine yapılacak yapılar bu plana tabi olacak ve bu durumda, kamulaştırma bedelleri geri ödenmeyen arsalar belediye eliyle satılacaktır. Artık hizmet götürmek gibi bir problemi kalmamış olan Ankara Büyükşehir Belediyesi, emlak alım satımından sorumlu ve bu işten kar elde eden bir emlakçı kuruma dönüşecektir. Kamulaştırma bedellerini iade ederek tapularını alacak olan hak sahiplerinin bir kısmı ise süreç içerisinde -arsa değerleri yeni yapılaşma koşulları ile yükselmeye başladığında- alanı kendi rızasıyla terk etme eğilimi içine girecektir. Dikmen Vadisi özelinde el değiştirme süreci için büyük çaplı yeni bir proje devreye sokulmayacak, alanın sosyo-ekonomik yapısı değişmeye başlayacak, süreç bu çelişki üzerinden işleyecektir.

Kentsel Dönüşüm Projesinin iptal edilmiş olması her ne kadar umut verici ve sevindirici bulunsa da, bir yandan emlakçılık üzerinden kentsel rantın değerlendirilmesi ve buna bağlı olarak da vadide yaşayan halkın, topraklarını imar hakları doğrultusunda bu bölgedeki yeni konut projesi yapacak kişilere bedeli karşılığında satmak istemeleri halinde mücadele alanında ciddi sorunlarla karşılaşılabilecektir. Bir yanda, toprağını satarak bölgeyi yeni seçkinlere terk etmeye hazır bir kitlenin yaratılması için Belediye ve sermaye, çalışmalarına devam edecektir. Bir diğer yandan ise, sözleşme imzalayarak Vadiyi terk etmiş olan Dikmen Halkının bulunduğu durumun da üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir. Borçlanma, kira yardımının yetersizliği, 4 yıldır sonu giderek belirsizleşen bir süreç içerisinde yaşamak zorunda olan bu insanları kapsayacak yeniden yapılanma ve örgütlenme biçimlerine ihtiyaç vardır. Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından hayatlarıyla oyun oynanan sözleşme mağdurları ile dayanışmak açısından bölge halkının sosyoekonomik koşullarının iyileştirilmesine yönelik bir örgütlenmeye gidilmeli ve halkın piyasa koşullarında evlerini satmak zorunda bırakılmalarının önü alınmalıdır. Belediyenin nasıl bir süreç öngördüğünü ilerleyen günlerde göreceğiz. Her ne olursa olsun süreç içerisinde direncinin gücünü kanıtlayan Dikmen Vadisi halkının emekten yana, kendi hakkı yanı sıra tüm kentin haklarını korumakta ısrarlı mücadelesinin süreceğini biliyoruz. Kentsel dönüşüm bütün bütün değil parça parça da gerçekleşse dara düşen yine halk olacak, ister hak sahibi ister kiracı olsun halk yerinden, yurdundan ve yaşama hakkından olacak. Bu kentte halkı fazlalık gören iktidara karşı mücadele devam etmeli, ediyor.

KENTSİZ HAREKETİ

'Dikmen Vadisi 4. ve 5. Etap Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Projesi uzlaştırma esaslarına ve kamulaştırmaya ilişkin 17.02.2006 gün ve 483 sayılı Belediye Meclis Kararının iptal edilerek; bu hususta yapılan kamulaştırma işlemlerinin iptal edilmesi, Kamulaştırma Kanununun 21. Maddesi gereğince kamulaştırmadan tek taraflı olarak vazgeçilmesi, Kamulaştırma Kanununun 22. Maddesi gereğince idaremizle satın alma yoluyla uzlaşan ve tapuda ferağ veren mal sahipleri ve mirasçılarına 7201 Sayılı Tebligat Kanunu ilgili hükümleri gereğince tebligat gönderilerek almış oldukları bedeli 3 ay içinde ödemeleri kaydıyla taşınmaz mallarını geri alabilecekleri hususunun bildirilmesi, konut karşılığı sözleşme yapmak suretiyle taksit ödemesi yapan hak sahiplerinin ödedikleri bedellerin iade edilmesi, proje alanında bu güne kadar fiilen hiçbir şekilde el atma yapılmadığı kesin olmakla birlikte plan bazında da tamamen uygulama öncesine dönülmesi, açılan tüm kamulaştırma bedel tespit ve tescil davalarından vazgeçilmesine ilişkin Hukuk ve Tarifeler Komisyonu raporu oylanarak oyçokluğu ile kabul edildi.'

15 Haziran 2009 Pazartesi

AVRUPA SOSYAL FORUMU HAZIRLIK TOPLANTILARINA KATILAN ARKADAŞLARA ÖNERİLER

Bu yıl Nisan 2010 tarihinde İstanbul’da yapılması düşünülen Avrupa Sosyal Forumu’na yönelik çeşitli çalışma başlıkları çıkartılmış ve çalışmalara başlanmıştır. Hazırlıklar kapsamında kır ve kentte sınıfsal çelişkileri ve ekolojik krizi yaratan düzene karşı mücadele eden hareketleri tek bir forumda toplamak mümkün olmayabilir. Bu nedenle, su, gıda, kentsel dönüşüm, maden, enerji alanlarında yaşanan sorunlara karşı mücadele eden örgütleri forum kapsamında bir araya getirmek gerekmektedir. Bu örgütlerin bir arada hareket etmesine yönelik bir kır ve kent hareketleri forumu düzenlemek mümkün olabilir. Bununla birlikte özellikle gıda, enerji, su, kentsel dönüşüm, maden alanlarında toplumsal taban hareketlerini forum sürecine katmalıyız. Bu örgütlerin sermaye karşısında bir arada ortak duruş sergilediklerini ısrarla vurgulamalı ve bu mücadele örgütleri arasında örgütsel ilişkilerin geliştirilmesine ağırlık vermeliyiz. Bunu sağlamakla birlikte kırsal ve kentsel toplumsal hareketleri diğer politik mücadele alanlarından da yalıtmamaya özen göstermek gerekiyor. Bu alandaki mücadele ile diğer mücadelelerin bir emek mücadelesi cephesinin bileşeni olduğunu dillendirmekte yarar var. Bu doğrultuda sürdürülebilirlik gibi kimi başlıkların da değiştirilmesi düşünülebilir. Yine Avrupa Sosyal Forumu kapsamında yapılacak olan Ekososyalist forumun ise dünya ekseninde bir politik mücadeleye odaklanmasının, iklim değişikliği teması altında bu tartışmanın yürütülmesinin sürecin sadeleşmesine katkı sunabileceğini düşünüyoruz.


hatice kurşuncu
gökhan bilgihan
fevzi özlüer
samet zeydan
ceren gamze yaşar